İkiye On Kala

Zamanında siyasi çatışmaların ortasında kalmış, serserilikle kabadayılığı ayırmaya çalışan, kavga/dövüşlerin yerlisine gündelik geldiği görece steril ve aslında romantik, kutu gibi bir yerde geçti çocukluğum. Hasköy..
Kasımpaşa’ya, dolayısıyla Taksim’e çok yakın bu semt İstanbul’un tüm yaşam kültürünü not eden, gelenin neredeyse bir daha gidemediği, aslında gelip barınmanın da zor olduğu bir yer…
Belki bilirsin; İstanbul denince önce Avrupa yakasıdır. Çünkü tüm taban oradadır. Kavgası, ticareti, kalabalığı ve tarihi anlat anlat bitmez…
“Hasköy’de doğan Hasköy’de ölür”,
“Buradan çıkıp zengin olsam bile çocuğumu burada yetiştiririm ki hayatı öğrensin”

“Anadolu yakası zaten yumuşakların yeri” gibi bir sürü muhabbetin içinde geçti çocukluğum.
Böyle anlatınca da yanlış anlaşılmasın severim Hasköy’ü her ne kadar o steril alt kültür motifi iyice bozulmuş, sermayeye yenilmiş olsa da özellikle harita olarak çok güzel bir yerdir.
İşte böyle bir yerde, çocuklarını okutmaya çalışan işçi bir baba ve ev hanımı annenin ikinci erkek çocuğu olarak koşturdum sokaklarda.
Liseye kadar müziğe özel bir ilgim yoktu Durumları daha iyi olan üst komşumuzun aldığı kasetleri dinlerdi abim – Michael Jackson, Mustafa Sandal, Tarkan…
Babam evde tıraş olurken ya da pazar kahvaltıları hazırlanırken çok şarkı/türkü söylerdi. Gençliğinde bi vokal yarışmasına katılacakmış ama parayı denkleştirememiş.

Liseye yeni başladım, bizim oraların neredeyse her ufaklığı gibi top koşturuyorum. kaleciyim- okul öğlen saati başlıyor, ben sabah erkenden antrenmana gidiyorum, Kasımpaşa Spor’da as kaleci olma hayalim var. Liseye alışamadım, yabancı bir sürü insan, şımarık ve serseri çocuklar… yazı yazıyorum, nereden geliyor yazma motivasyonum bilmiyorum ama orta okuldan beridir yazıyorum… Derslerim berbat.. Sınavdan sıfır almak diye bir şey var ki “1” bile gurur verici duruyor…
Sınıfta birkaç kişiden oluşan bi arkadaş grubu var, müzik yapıyorlar. Nasıl olduğunu hatırlamıyorum ama onlarla tanıştım ve konu ilgimi çekti.. Günler geçtikçe ilgim giderek arttı, kalecilik azaldı..

Gitar…
Gitar diye bir şey var hiç görmedim hayatım boyunca hatta çalışma prensiplerine göre çeşitleri de var.. Sınıf arkadaşım bir gün bana kendi takıldıkları bir stüdyo olduğunu söyledi ve beni oraya davet etti. Ders almak istiyorum çünkü. Sürecin, gitarın, stüdyonun ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok ama ders almak istiyorum. Bunun için de tabii bir gitara ihtiyacım var, derslerim kötü ve sanırım gitar ucuz da bir şey değil. Babama söyleyemiyorum… Karşı apartmanda bir komşu kızının gitarı olduğunu ve onunla da pek ilgilenmediğini duydum. İstedim kendisinden bir süreliğine.. Hatırlıyorum sepetle salmıştı gitarı, koşa koşa eve çıkıp kucağıma yatırdım, tellerine dokunmaya başladım. Kaç perdesi, kaç teli olduğunu saydım, tutkal ve ağaç karışımı kokusunu uzun süre kokladım, neden tellerin birbirlerinden farklı olduğunu düşündüm…

Arkadaşın bahsettiği stüdyo kafamda kırmızı halıdan bir yolun olduğu kırmızı halıdan oluşan bir sahnesinin olduğu bir yer olarak canlanıyor kafamda nedense. Yaklaşık bir hafta sonra stüdyoya gitme fırsatı buldum; bir apartmanın bodrum katı, yetersiz ışık, her yer örümcek ağı, eskimiş çekyatlar ve duvarlarının sünger/yumurta kabı gibi materyallerle kaplandığı, içine sünger tıkılmış bir davul ve amfiler… Hayal kırıklığımı da unutamıyorum.. Bizlerden yaşça büyük abilerin bir müzik grubu var Anadolu Rock yapıyorlar, bu stüdyo da onların çalışma alanı aslında. Bir yandan da para kazanmak adına gündüzleri konfeksiyonda çalışıp, akşamları enstrüman dersleri veriyorlar.
Mekanı ve insanları izledikten sonra hızlıca derslere başladık. Evde deli gibi gitar çalışıyorum, parmaklarımı açmam lazım, el hakimiyetini arttırmalıyım.. Okulda derslerde bile sol el parmaklarımın arasını gerdirmeye çalışıyorum.. İşe yarıyor..
Bir hafta sonra Erkin Koray’ın “Kör Olası Çöpçüler” şarkısının melodisini çalmaya başladım, çok mutluyum. Parmak etütlerinin yanına akor dizilimleri ve pozisyonlar da eklendi.. Gittikçe daha karmaşık şeyler yapmaya ve gittikçe keyif almaya başladım..
Abimin sevgilisi var, abla diyorum. Ablam şiir yazmayı seviyor, birikmiş yazıları var.. İlk öğrendiğim akorlarla onun yazdığı bir şiiri besteledim, aklıma ilk gelen basit bi vokal melodisiyle.. Ablam çok beğendi.. Devam..
1.5 yıl boyunca gitar çalıştım, parmaklarım yaşıma ve ilgi süreme göre hiç de fena bir noktada değil. Artık elektrik gitar istiyorum çünkü elimde bulunan klasik gitar beni kesmiyor. Bu arada karşı komşunun kızı bir gün bana keman alırsın diyerek bana hibe etti gitarını.

Babama elektrik gitar almak istediğimi söyleyemiyorum çünkü derslerim hala iyi değil ve sanırım hala pahalı bir şey gitar. Taksim Tünel’e çıkıp gitar mağazalarının vitrininden gitarlara bakıyorum. Endonezya yapımı Jackson gitarlar gözlerimi büyülüyor. Şekilleri, renkleri, her şey çok farklı. Bir gün arkadaşımdan aldığım karışık CD’yi çalıştırdım. İlk şarkı Metallica “Sad But True” çok etkilendim. İlk defa distortion duyuyordum, ilk defa dinlediklerimden çok daha farklı bir müzik dinliyordum. Bununla birlikte elektrik gitar arzum iyice alev aldı.
Annem bir gün babama söylemiş bu durumu ve babam da hiç yokuş yapmamış. Birlikte konuştuk bir gün, tamam bakalım alalım dedi.. Lan diyorum bu kadar basit miydi ve ben 2 yıla yakındır söylemedim/sormadım. Tabii iş gitar almakla bitmiyordu, bu aletlerin çalışması için daha doğrusu sesi duyabilmek için bir amfiye/speaker a ihtiyaç vardı. Annem de oradan buradan arttırdığı birikimini koydu ortaya, amfi de benden dedi. Ablamla gittik Tünel’e Paramız var ama jackson kadar değil tabii kaldı ki gözüm görmüyor zaten onları çünkü ben şu an gitar alacak olmamıza zaten inanamıyorum.
Herhangi biri olur hiç sorun değil. Arkadaşımın tavsiyesiyle Asa Müzik’e gittik, Ahmet abi çok tatlı bir gitar satıcısı. Bizim oralarda oturuyormuş ve gençlerin itlik serserilik dışında böyle hobiler edinmesini çok destekliyormuş, anlatıyor da anlatıyor ileride ne olacağı belli olmaz, elinden geleni yap, belki bizim buralardan da ünlenen birileri çıkar diyor.. Abicim çok iyisin ama yap indirimini ver gitarı eve gidelim daha deneyimlemem gereken çok şey var.. Şimdi çok daha iyi anlıyorum abi seni, var ol, ne güzel adammışsın.. Eve giderken bitmedi yollar, varamadı minibüs.. Heyecanla açtım her şeyi, taktım jack ı ve amfinin üstündeki distortion switch ine bastım. Sanıyorum ki o Sad But True daki gibi bir ses duyacağım.. Rezillik.. Bu ne.. Gürültü.. Gittikçe pedal, amfi, gitar, jack tanıdım ve daha iyi çalmak için elimden geleni yaptım. En yakın arkadaşım Abdullah’ı da soktum bu işe pek istekli değildi ama gittikçe alevlendi o da sonra ona da bi elektrik gitar aldık, grup kurduk, ben yazı yazdım Abdullah’la birlikte besteledik, grupça aranje ettik hatta hücum kayıtlar aldık. Daha iyi şarkılar nasıl yaparız diye çok uğraştık…
Üniversite okumayı reddettim önceleri, grup dağılmasın ben müzik yapmak istiyorum dedim. Sonra fark ettim ki okumadan olmaz. Hepimizin üniversite süreçleri başladı ve grup dağıldı, şarkılar kaldı, ben müziği bıraktım.. Yıllarca müzikle ilgili hiçbir şey yapmadım. Yazmaya hep devam ettim, yazı yazmak benim için bir refleks oldu hep o yüzden de devam etti…
2013 yılında gitarı yeniden aldım elime, bi şarkı yazdım. Birkaç tane daha yazdım.. Sonra rap yapan bir arkadaşımdan evde kayıt yapmanın çok da zor olmadığını öğrendim, öğrenci evimin kira bedelini, geçim harçlığımı hepsini gömdüm mikrofona, ses kartına… İkiye On Kala adıyla birkaç şarkı yayımladım Youtube’da, fazla ilgi gördü, ben yazdıkça kaydettikçe büyüdü İkiye On Kala…

Artık genç amatör müzisyenler arasında, sosyal medyada ismi anılır oldu. Hiç fotoğrafım yoktu İkiye On Kala profillerinde… Bir gün fakülteden arkadaşım bana İkiye On Kala dinle seversin diye öneride bulununca, müziğimin beni korkutan bir boyuta geldiğini fark ettim. Planlamamıştım, isteğim, umudum yoktu aslında, canım çok sıkkındı hepsi bu…
Okul bitti İstanbul’a geldim, konser organizasyonu yapmak isteyen bir takım at hırsızları sürekli beni arar oldu, konser için internetten tanıştığım birkaç müzisyenle toplaştık. Sonraları birlikte üretmeye devam etmeye çalıştık. Piyasada; yapımcı, menajer, komisyoncu, müzisyen derken bir sürü gereksiz insan tanıdım, kandırıldım, aldatıldım ve ben evde kendi kendime müzik yapıyordum hikâye nasıl buraya geldi, bu adamlar da kim demeye başladım.
Müziği bırakma fikri büyümeye başladı içimde. Artık soğuk ve güvensizdi müzik yapmak. Müzisyenler değişti, müzik değişti falan derken 2019 yılında “böyle olmuyor” diyerek yeniden tek başıma ve kimseyi tanımak istemeyerek yeniden müziğe başladım.
Sonra her şey değişti, İkiye On Kala daha da büyüdü, ülke çapında adı anılır oldu. Pek de bir şey hissettirmeyen ama güzel de diyebileceğin bir duygu.
Şimdilerde; yeni şeyler yazmaya ve yayımlamaya devam…
Sanırım ömrümde oyalanacak bir şey buldum.
Konuşuruz yine…

MAİL LİSTESİNE KATILIN